Kur'an'da ´Tağut´ Kavramı

Tağut: İsyanda, itaatsizlikte, kabul edilebilir sınırların çiğnenmesinin ve aşılmasının ortak adıdır. Kur’an, kendi ekseninde bu sınırları belirlemiştir. Bu çerçevede, Allah’ın Mesaj’ına muhalif sınır koymak ta Allah’ın koymuş olduğu sınırları çiğnemek te ‘Tağut’ kavramının kuşattığı anlamdadır.

‘Oku’ diye başlayan ilahi mesaj, ‘yaratan Rabbe atıf yaparak, insan algısı ile ilgili, somut ve soyut tüm değerlendirmelerde yaratıcıyı hesaba katıp, O’nun ‘tek Rabb’ olduğunun altını çizmektedir. O kalemle öğretendir, nihayetsiz kerem sahibidir. O halde, Yaratıcı Rabb hesaba katılmadan yapılan bütün değerlendirmeler, güdük ve beşeri kalacaktır. Hatta güdük kalmakla da kalmayıp, azgınlık sebebi olacaktır. Devamındaki şu ayetlerin ifade ettiği gibi:

‘’Hayır; gerçekten insan, -sınır tanımadığı için- azar’’ 96/6

‘’ Kendini müstağni gördüğünden.’’ 96/7

Fücur ve takvanın (91/8) ilhamı, insanda var olan iki kabiliyetin altını çizer; iyi ve kötü, fücur –İlahi hududu aşma kabiliyetini kullanıp, kötülüğün kaynağı olma- ve takva –bundan sakınma- kabiliyeti... Düşünce ve fikri alanda insanın bu ayrımı yapması yetersizdir; bu sebeple insan vahiyle muhatap kılınmıştır. Vahyi, genel manada insanlığa, özel manada, müminlere –hudut- sınır çizmiştir. Risalet, bir nevi, Yaratıcının insanlığa kendi düşüncesini iletmesi ve bunun insanlığın ‘En doğru tecrübesinin olduğunun’ tartışılmasıdır. Yaratıcının ‘insana ruhunda üflemesi’ insanı bu kabiliyetlerle donatıp- şereflendirmesidir de...

‘’ Halbuki biz, su tuğyan ettiği vakit, o gemide sizi biz taşıdık’’ Hakka: 11

Suyun normal sınırları aşması bu şekilde ifade edilmiş, peki, hangi sebeple?

‘’ Daha önce Nuh kavmini de (helak etmiştik). Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgındılar.’’ Necm: 52

Tuğyanlarına –azgınıklarına- karşılık, azgın su! İman edenler de, gemiye binip/binmemeyle sınanmışlar ve Risaletle gelen fikri benimseyenler, kurtarılmaya layık görülmüşler.

‘’ Semud, azgınlığıyle yalanlamıştı.’’ Şems: 11

‘’ Derken Semud, helak edildi et-tagiy’le (Normal sınırların dışında bir olayla).’’ Hakka: 5

Aynı şekilde, Firavun’a da normal sınırlara çekilmesi için bir imkan verilmişti; bu da Firavun’un İsrailoğulları’nın üzerindeki tahakkümünden vazgeçmesi ile gerçekleşecekti.

‘’ Firavun'a gidin, çünkü o, gerçekten de azdı. 'Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar.' Dediler ki: 'Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın davranmasından' korkuyoruz.' ‘’ Ta-ha: 43; 44; 45

Bu korku, Firavun’un belli bir çizgide olmayışından kaynaklanmaktadır. Süregelen malüm diyologlar neticesinde, ne iman etmiş, ne de normal sınırları tanımıştır. Burada şunu açıkça ifade etmemiz gerekmektedir; normal sınırdan kastımız, insanlar üzerine konan ablukadır; yoksa vahyin çizdiği ve iman edenlere mahsus hudut değildir. Böylece Firavun, bu davranışının neticesinde helak edilmeye uygun görülmüştür. Fakat bu durum tarih boyunca devam etmiş, bu helak –sünnetullahın- bazı insanların/bazı insanları savması yasası ile devam etmiştir; etmektedir.

‘’Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, 'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler.’’ Zariyat: 53

Şimdi, bu konuyla ilgili kendilerini ‘İlahi mesaja’ dayandıran, Yahudi ve Hıristiyanların durumuna bir göz atalım; onların hangi sebeple ilahi vahyin sınırlarını çiğnediğini anlamaya çalışalım.

Evvela şunu ifade etmek gerekiyor, İsrail oğulları ve sonrasında onlardan dönüşen Yahudiler, ilahi düşünceyi benimsediklerini idda etmektedirler ve kendilerinin ‘ilahi kitaba uygun bir dünya görüşü’ içinde olduklarını öne sürmektedirler ; Hıristiyanlar da öyle... Fakat nasıl? Bunu en iyi şekilde ‘son Nebinin’ haberine karşı gösterdikleri tavır ve tutumdan anlayabiliriz.

‘’ De ki: 'Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.' Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: 'Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.' ‘’ Al-i İmran: 64

Görüldüğü gibi bu sesleniş, ancak kendilerini ilahi bir mesaja dayandırılarak yapılabilir. Fakat ne yazık ki onlara yapılan bu teklife, -çok azı müstesna- olumsuz yaklaşmışlardır. Bunun birinci sebebi, itikatta uğradıkları sapma, zira çağrıldıkları temel esas ta, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmemek ve bir kısmının diğer kısmını rabler edinmemesi’ üzerine...

‘’ Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de.. Oysa onlar, tek olan bir ilah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.’’ Tevbe: 31

Allah’ın sınırlarını ihlal eden ve yeni sınırlar koyan bir anlayışa sahip olmaları, onları şirk bataklığına sürüklemiştir. Helal olanı haramlaştıran ve haram olanı helalleştiren bir uygulamanın, İlahi Mesaj’a dayandırılmadan, beşeri yorum ve uygulamalarla oluşturulan ‘din algısı’ içinde kabul görmesi...

‘’ De ki: 'Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz.' Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.’’ Maide: 68

Ehli kitabın tuğyanı, bu minval üzere; peki İslam dünyasında ve çoğunluğun algısında olan müslümanlığın durumuna bakınca nasıl bir tabloyla karşılaşırız?

Allah katında kabul edilen dinin İslam ( 3/19 ) olması, laik ve seküler –Allah’ın sınırlarına dayandırılan sistemden kaçan- zihniyet, bu yaklaşımı ile zaten kendilerini bu dinin dışına çıkarmaktadır.

‘’... Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.’’ Maide: 47

‘’... Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekte o, kendi nefsine zulmetmiş olur... ‘’ Maide: 48

‘’ Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.’’ Bakara: 278; 279

‘’ Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.’’ Hucurat: 9

Bireysel, aile ve toplumsal alanda olan Allah’ın emri ve sınırları, dinin kapsamındadır; bu sınırların çiğnenmesi ‘tuğyan’ olarak isimlendirilir. Kişi veya toplumlar Allah’ın sınırlarını bilmeyerek veya gaflet sebebiyle az sayıda ihlal ettiyse, bu tevbeyi gerektiren suç/günah kapsamında değerlendirilir. Fakat bu sürekli ise bu fasıklık –dinden çıkış- olarak isimlendirilir.

Yadsınmayan bir gerçek vardır ki, o da, İslam dünyasının –Müslümanların- son derece mutsuz olmalarıdır. Verimli toprakları ve zengin kaynakları olduğu halde, yoksulluğun içinde olmaları, mükemmel ve birleştirici bir ideolojisi –dini- olduğu halde bölünmüşlüğün/parçalanmışlığın en şiddetlisini yaşıyor olmaları, hayret vericidir. Birde bu durumun sebebi olarak ‘İslamı’ görmeleri, son derece üzücüdür. Oysa, bu durumun asıl sebebi nedir- sorusuna verilecek doğru cevap, bu durumu anlaşılır kılacaktır. Aksi takdirde yanılgımız devam eder.

Bu durumu doğru anlamak için, şu soruyu da kendimize sormamız gerekir: Allah’ın hududunu tanıyor muyuz? Bunun cevabını fazla uzatmamak için direk cevap vermek durumundayız: İslam topraklarında yürürlükte olan yasalar ve sistem olarak ‘Allah’ın hududunu’ tanımıyoruz. Toplumun çoğunluğu olarak da tanımıyoruz. Yasal olarak, Allah’ın hududunu tanıdığı iddasında olan, birkaç islam ülkesinin tanıması da, ön şart olarak, mezhep taassubu çerçevesindedir. Bu da ‘Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın.’ (3/103) İlkesine ters düşecek ‘Bir ana ilkeyi’ çiğnemeleri sebebiyle, hududun ihlali hükmündedir. Bundan dolayı, yeryüzündeki müslümanların yaşadığı bütün ülkeler –Allah’ın sınırlarını hiç tanımayanlar anlamında, birde, tanıdığı iddasında olmakla beraber, mezheb taassubuyla aşırılık gösterme anlamında- ‘Tağut’tur.

İlahi Mesaj’ın, –Vahyin- tek kaynak, tek nass, kabül edilmesi ‘bir iman ilkesidir.’ Tevhidi gerçekleştirecek olan ve müslümanların ümmet olmasını, birlik olmasını sağlayacak olan, biricik iman ilkesi... Bu ilkenin ihlali, imana yapılabilecek en büyük ihanettir! Mezhep taassubu ile ortaya konan fıkıh, dinde aşırılıklar ile Allah’ın maksadına ters ve ihanetle doludur. Hayatın yaşanabilir oluşundan ve Allah’ın verdiği özgürlükten uzaktır; hemde çok yakın görülmesine rağmen... Bu taassubun oluşturduğu, algı ve zihniyet, insan fıtratına son derece uzak ve aşırıdır. Oysa Allah’ın Resullerini göndermesinden maksat, insanın özgürlük sınırlarının, ilahi bir bilgi ile beyan edilmesidir. Hatta insanlık tarihi, bu özgürlük sınırlarını ihlalde ‘aşırılık gösterenlerin’ helakı ile doludur. Bir gerçekte, Allah’ın özgürlük hududunu çiğneyenlerin, aşırılık derecesine göre koyduğu toplumsal yasanın, daima yürürlükte olmasıdır.

‘’ Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def'i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.’’ Bakara: 251

‘’ Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının' (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.’’ Nahl: 36

Allah’ın imtihanı, senaryosunu Allah’ın yazdığı ve insanları oynamada mecbur bıraktığı bir oyun değildir. Zalim ile mazlum –kötülük yapan ile kötülük yapılan- ilişkisindedir; imtihan... Onlara verilen mühlet çerçevesindedir, imtihan... Allah Firavun’a, İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldür mü demiştir? Allah kız çocuklarını diri diri gömün emri mi vermiştir? Tabi ki hayır; hatta bu durum, son saat ve kıyamete denk bir hesap sorma öfkesi ile beyan etmiştir. (Burada Allah’ın kendi yasasını çiğnemediğini anlamlıyız)

‘’ Denizler, tutuşturulduğu zaman, Nefisler, birleştiği zaman, Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman: 'Hangi suçtan dolayı öldürüldü?' ‘’ Tekvir: 6...9

İlahi adalet, hiçbir ölçü biriminin tartamayacağı, zerreyi tartmaya muktedirdir. Fakat Allah, sosyal hayata sirayet etmede ve hükmetmede, yetkiyi insan iradesine emanet etmiştir; bu yetki ile, Allah’a karşı düşman olan bir tutum ve duruşta sergileyebilirsin, yada ‘Allah fikrini’ benimseyip- O’na itaat ve kulluk ta edebilirsin; ,işte imtihan...

‘’ Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkar-edip Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.’’ Bakara: 256

Evet biz, Allah fikri taraftarıyız ve O’nun sınırlarını inkar edenlerin karşısındayız ve biz de onları inkar ediyoruz; fakat yine Allah’ın hududuna inanarak ve bu hudut çerçevesinde, insanları, inanıp- inanmamada özgür bırakarak ve onların hayat hakkına da, Allah’ın hududu çerçevesinde saygı göstererek...

‘’ Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah adalet yapanları sever.’’ Mümtahine: 8

Demek ki imtihan, bu mücadelede; yeryüzünde Allah fikri mi hakim olsun, yoksa –bu fikri tanımayan- tağut mu?

‘’ Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.’’ Bakara: 257

Tağutun koyduğu hudut, hapishane duvarları misalidir; bu duvarlar yıkılmadıkça insanlık engin ufku göremeyecektir; onlar her ülkede insanları tahakküm altına alıp-zulmetmekten başka birşey yapmamaktadır. O halde bunlara karşı ‘cihad’ farzdır. İlahi Mesaj’la iletişim kurup- iman edenler, bunun nasıllığını da oradan öğrenmekle yükümlüdür ve bunu isterlerse, bunu anlamakta zorlanmazlar da.

‘’ Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah ihsan edenlerle beraberdir.’’ Ankebut: 69

Bu topraklarda, ilk önce bu tağut zihniyetini yıkmanın mücadelesi verilmelidir; Tağut’a denk bir ‘bir mümin zihniyeti’ gücü olana kadar... ‘’ Tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.’’ Zümer: 17

Mümin bir kimse, hiçbir zaman Tağut’a angaje – yani onlarla fikir birliği- içinde olmaz; olmamalı...

‘’ Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, Tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.’’ Nisa: 60

Allah, inandığını öne sürüp- Tağut’la uzlaştırmaya ve sentezlemeye soyunanları, lanetlemiştir; onlar, Allah’ın doğru yolunu tarif etmekten uzaktır. Yine onlar, sırat-el-mustekıyimin kırılmasında, bükülmesinde ve tağuta dönüştürülmesinde, ihanet içindedir.

‘’ Allah katında bundan daha kötü bir musibet bulunduğunu size haber vereyim mi? de,-Allah kime lanet eder, ve ona gazap ederse, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tağuta tapanlar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en sapık olanlardır.’’ Maide: 60

Tağut, Allah’ın hududunu tanımayıp, Allah fikriyle, sürekli savaş halinde olan, zihniyetiyle, kurumlarıyla, yapılarıyla, ideolojileriyle, insanlığın üstüne çöken ve insanlığa hapis hayatı yaşatan ‘yeryüzü sistemleridir’ bu sistemlerin ortadan kaldırılması ve yerine en sade ve anlaşılır haliyle inananların reddetmeyeceği, yalnız Allah’a kulluğun gerçekleşebileceği ve inanmayanların da, beşeri sistemlerden daha rahat yaşayabileceği ‘Allah’ın hududu’ ile belirtilen ‘özgürlük’ konup/gerçekleşirse, insanlık huzur bulur. Bunun dışında, insanlık karanlıkta kalmaya devam eder.

‘’ İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.’’ Nisa: 76

Adnan Zengin